TOPLUMSAL GÜZELLİK ALGILARI

Güzellik nedir? Güzel kime denir?

Hepimizin bu soruya vereceği farklı cevaplar vardır. Gönle hoş gelen. İyi olan.  Kusur bulunamayan. İçi ısıtan. Haz veren. Güzelliğin tanımı bile bu kadar farklılık taşıyorken tek bir güzellik algısından bahsetmek doğru mudur? Tanım bile kişiden kişiye değişiyorken kişileri şu şekilde olan güzeldir diyebilir miyiz? Teoride hayır, uygulamada evet. Güzel de güzellik de toplumdan topluma hatta kişiden kişiye değişmektedir. Bir insana güzel gelmeyenin güzel olmadığı sonucuna ulaşamayız. Bir rengin moda oluş serüveni gibi “çok kullanılmıyor o zaman moda budur” düşüncesiyle rağbet görmesi gibi kişilerin estetik düşüncelerinin böylesine yönlendirilmesi elbette sağlıklı bir durum değildir.

İnsanlar biriciktir. Bir kalıba uymak zorunda değillerdir. Bu kalıbın dışında olmak onların ‘güzel olmadığı’ anlamına gelmez. Şöyle açıklayalım. Zamanda biraz geriye gideceğiz. 1930’larda balık etli kısa kadınlar, 90’larsa fazla zayıf uzun kadınlar güzel bulunurmuş. 2000’lere baktığımızda ise güzellik algısına yön veren bir isimlerce uygun görülen ve bize sunulan sarı saç, beyaz ten güzel kabul edilmiş. Ve bu ikiliye sahip olmayanların güzel değilmiş gibi algılanıyormuş. Başta mankenler olmak üzere halkın da içinde bulunduğu anoreksiya nevroza (çok az yemek, çok az uyumak ama buna rağmen kişinin sosyal hayatında çok aktif olduğu psikolojik bozukluk)  ve bulimia nevroza (kişinin tıkanırcasına yemek yedikten sonra yediklerini kusma ya da laksatifler adı verilen bağırsak  hareketlendiren maddelerle çıkarılmasına sebep olan psikolojik bozukluk) seviyesine varan bir zayıflık övgüsü. Sağlıklı boy-kilo endeksine sahip olanların bile kötü görüldüğü bir dönemden bahsediyoruz. Aslında ne kadar tehlikeli olduğu aşikâr.

Güzel Olmanın Bedeli Fiziksel Ve Ruhsal Sağlıkla Ödenmekte

Gelelim yüz şekillerine. Zayıflıktan kemiklerin çıktığı ve bunun övünçle sergilendiği yüzler. Az sayıda ya da belirgin olmayacak şekilde yapılan estetik operasyonlar. Zamanda biraz ileri gidip 2010’lara geldiğimizde 10 yıl içinde müthiş bir değişim gösteren güzellik algısına bir bakalım. Solaryum ve yoğun güneş ışınlarına maruz bırakılarak edinilen koyu bir ten rengi. Vücut hattı vurgulamak için alınan sağlıksız kilolar. Estetik operasyonlara bakıldığında ise 2000’lerin tam aksi yönünde. Yoğun ve belirgin estetik operasyonlar. Bu yıllarda da karşımıza beden dismorfik bozukluklar (kişinin kendi vücut ve yüz şekline ileri düzey takıntılı olması şeklinde görünen psikolojik bozukluk) ortaya çıkmakta.

Baktığınızda sadece 10 yıl önce toplum tarafından güzel kabul edilen bir kişi, 10 yıl sonra güzellik tanımının yanına bile yaklaşamayacak hale geliyor. Ki bu güzellik algılarının toplumdan topluma da değiştiğini gözden kaçırmamakta fayda var. Güzellik oldukça değişken bir kavram. Bu günlerde güzel bulduğumuz insanları yaklaşık 10 yıl sonra hatırlamayacağız bile. Güzellik, dediğimiz kavram tam olarak algı seviyemiz ile alakalı. Aynı şekilde kültürler arası da durum bundan çok farklı değil. Türkiye’de kalkık, minik burun beğenilirken Japanyo’da güzellik algısı tam tersi yönde. Onlara göre kavisli burun daha çekiciymiş. Ya da Asya’da kilolu biri güzel bulunmazken Maritanya’da evlilik için bile alt kilo sınırı varmış. Algı, kültür, moda… Hangisi dersek diyelim tek bir güzellik anlayışı yok. İnsanların tamamının birbirinin aynısı olması güzellikle alakalı değil. Oysa her insan varoluşuyla, özüyle, farklılıklarıyla, hatta kusur gördükleriyle bile sadece kendi olabildiği için çok güzeldir.

 

Diğer felsefe yazılarımız; www.insancaakademi.com/category/arastirma-inceleme/felsefe/

 

Benzer içerikler için İnstagram sayfamızı ziyaret etmeyi unutmayın!