Tanrı Öldü mü?

Selamlar eşsiz Akademi okurları. Bugün sizlerle meşhur bir aforizma üzerine söyleşi yapacağız. İki bölümlük bir yazı olacak. Birinci bölüm zamansal, ikinci bölüm mekansal içeriği kapsıyor olacak. Tanrı Öldü

Yola Nietzsche ile ilgili genel bir değerlendirme yapmak için çıkmıştım. Ta ki yazmak için sayfanın başına oturana kadar. Karşımızda öyle bir adam var ki gerek magazinsel yaşantısı gerek platonik aşkı ile meczup oluşu gerek saf ve sert dil kullanımı ile bizleri dumura uğratışı, kişisel çalkantıları, karizması, bıyığı, insanı içine vakumlayan kara koca gözleri, geleceği korkunç bir netlikte ve keskinlikte tahayyül edebilen ve onu asla rahat bırakmayan engin, eşsiz zihni.

Zamanının en genç profesörü olarak akademik alanda ispatlanmış başarıları, yazdıkları, koskoca nice düşünürlere ağzının payını verişleri, sert çıkışları ve eşsiz yorumları ile çok katmanlı çok boyutlu söylemleri her çağda popülerliğini korumasını sağlayan neyi varsa bugün benim Nietzsche abimizi genel olarak anlatmak isteyişime mani olmuştur.

Adamın tek bir söylediği cümle üzerine bile onlarca farklı makale yazılabiliyor. Bir sözüne karşı yapılan eleştiri bile kuram niteliği taşıyabiliyor. Acıya karşı tutumu, zaman zaman değişen yön değiştiren ama daima gelişen tüm dogmalardan uzak düşünceleri, dominant Alman geleneğine karşı sergilediği cesur tavrı, Hristiyanlık öğretilerine getirdiği eleştirel tutumlarla çok sevdiği annesi ile arasının açılması, dostluklarını bitirecek kadar doğruya bağımlı olması.

Kısacası neyi kaybedecek olursa olsun tüm acılara rağmen hayatla ve hakikatle barışık bir varoluş yolu bulmaya kararlı oluşu bu adamı böylesine çok yönlü ve biraz da anlaşılması güç kılmıştır. Bu sebepledir ki bu adamı alt başlıklar altında incelemek daha uygun olacaktır.

Mesela ailesine -özellikle kız kardeşi Elisabeth- ve psikolojik yapılanmasına, birden çok evlilik teklifi yaptığı kadın Salome’ye, 19. yüzyılın en provokatif ve tavizsiz adamına Adolf Hitler’e -korkunç bir ideolojiye- nasıl ilham kaynağı olduğuna, kafaları karıştıran Übermensch (üst-insan) kavramında aşağılama söz konusu mudur değil midir gibi birçok konu üzerine detaylı bir inceleme gerek diye düşünüyorum. Yazının başında da dediğim gibi bugün burada Nietzsche’nin en çok tartışılan ve bu sebeple midir bilmem en çok da yanlış anlaşılan “Dott ist tot.” (Alm.) yani “Tanrı öldü. Ve onu öldüren de biziz.” sözü üzerine inceleme yapacağız. Ardında yatan tarihe ve dönemin kültürüne bakıp aslında ne demek istemiyor onu göreceğiz. O halde başlayalım.

Tanrı Öldü ve Onu Öldüren Biziz

Yaygın olarak alıntısı yapılan bu söz ilk Şen Bilim adlı eserde 1882 yılında kullanılmıştır. Popülerliğini, bundan bir sene sonra yine Nietzsche’ye ait olan Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında Zerdüşt karakterinin ağzından bu sözler döküldüğünde yakalamıştır. Heyecanla ve büyük bir coşkuyla söylüyorum ki bu sözün ardında kesinlikle ateizm olumlaması yoktur, Tanrı inancının yitimi yoktur, din meselesi yoktur, bir savaş narası ya da bir provokasyon yoktur.

Sözün söylendiği yıllara 19. yüzyıla küçük bir kolektif  bakış yakalayalım, meseleye bütünsel bakmaya çalışalım. Zamanın sosyal hayattaki değişimleri ve zamanın Avrupa’sının gelişmeleri bu sözün gerçek anlamını ifşa etmeye büyük oranda yetecektir.

Benim bu yüzyıla getirdiğim metaforik bir anlatımım var. Eğer varlığın tarihi bir bedene sokulsaydı bu yüzyıl ergenliğe tekabül ederdi. Neden mi?

Çünkü bu çağ parçalanma ve yeni oluşum çağıdır. Bilimin, arayışın popülarite kazandığı ve kilisenin otoritesini yitirdiği yıllardır. Modern Felsefenin yeni bir ahlak anlayışı yaratmak istediği bir kimlik arayışına çıktığı yıllardır. Hristiyanlık’ta yayılan inançsızlığın tüm otoriteyi kökünden sallayacağı, dengeleri değiştireceği yıllardır. Hristiyanlık vurucu rasyonel eleştirilerle iyileşmesi mümkün olmayan yaralar almıştır. Bu yüzyıldaki radikal yenilikler inancı kökünden sallamıştır. Avrupa eşi benzeri olmayan bir değişime tanıklık etmektedir. Tüm hormonlar ayaklanmıştır. Dünya daha önce hiç bu kadar huzursuz olmamıştır.

Ergenlikte düalist (ikilemli) çatışmalar nasıl ki ana karakterimizi aileden gelen bildik temel öğretiler, değerler ile erginliğe erişmenin dışarı ulaşabilirliği artırmış olmasıyla edinilen daha rasyonel öğretiler, değerler arasında bizi sıkıştırıyor ve çatışmalarla örüyorsa bu yüzyıl için de aynı şeyi söyleyebiliriz, düşünebiliriz.

Biraz Mekana Göz Atalım

‘Tanrı öldü.’ ifadesinin içine doğduğu zamana, döneme baktık. Birazda içine doğduğu mekana yani bu çarpıcı ifade için rahim görevi gören zihne yani Nietzsche’ye onun ruhsal ve zihinsel donanımına bakalım. Bunun için de biraz aile yaşantısına, birçok büyük düşünür gibi hayatın anlamı ile cebelleşmiş olan Alman filozof Schopenhauer’dan nasıl etkilendiğine, dine bakış açısına, cesaretinin ve acıya karşı olan tutumunun bu söz üzerindeki rollerine göz atalım.

Nietzsche dört tarafı dinle kaplı, sakin bir ailede ve gecesi gündüzü Hristiyanlık olan bir evde büyüdü. Çocukluğu hafife alınmayacak ölçüde coşkulu, tutkulu Hristiyanlık’la doluydu. Hatta öyle ki o da babası ve dedesi gibi Lüteriyen papazı bir din adamı olmak istiyordu. Protestanlık’a mensup olan aile Kuzey Almanya’nın bir köyünde kiliseye her vakit gidecekleri yakınlıkta bir yerde oturuyorlardı. Nietzsche henüz dört yaşındayken babası akıl hastalığına yakalandı, ölümcül bir hastalığı vardı. Bir yıl boyunca kör ve yatalak bir şekilde acılar içinde öldü. Tanrı Öldü

Öyle ki ölüm gerçekleştiğinde doktorlar beyninin çeyreğinin olmadığını söylediler. Nietzsche babasının çektiği bu acılara bizzat şahitlik etti. Eserlerinde babasının öldüğü gün kilisenin duvarlarına çarpan tok çan sesini anlattı. Hayatı boyunca babasının hastalığına yakalanmaktan hep korktu. Belki de onu bu denli depresif ve kaygılı yapan bu kadar sevdiği bir insanın acılarına böyle küçük bir yaşta şahitlik etmek olmuştur.

Babası Tanrı’yı bu kadar çok seviyorken ve gecesini gündüzünü ona şükretmeye adamışken Tanrı böyle iyi bir adamı neden böylesine işkenceye maruz bırakmıştı?

Nietzsche’nin şüpheye yolculuğunun başlangıcıydı. İlahiyat okumak istedi ve şüphelerini ekip filizlendirebileceği entelektüel verimli bir zemin yaratma çabasına girdi. İlahiyat okurken yaptığı araştırmalar onu şu soruya götürdü. İncil kutsal bir metin olmaktan ziyade bir mit, bir anlatı mıydı? Zamanla Hristiyanlık’ı dünya ile bağın kesilmesini teşvik eden tehlikeli bir akım olarak gördü, fikirleri ailesi ile arasını açtı. Hristiyanlık’ı reddetti, teoloji çalışmalarını bırakarak kendine yeni bir yön aramaya koyuldu. Dil bilim profesörü oldu. Radikal, huzur bozucu bir düşünür olarak ün salmaya başladı. Tanrı Öldü

Din için onu farklı pencereye götüren düşüncelerinin temelini kütüphanelerde attı. Bir gün kütüphanede attığı adımlarla kendi zihninin odalarında dolaşırken gözüne bir kitap takıldı: İsteme ve Tasarım Olarak Dünya, Schopenhauer. İşte büyük hayranı olduğu adamla böyle farazi bir anda tanıştı. Schopenhauer’dan etkilendi, dine ve hayata bakışı değişti. Beni çok etkileyen bir ifadesi var Nietzsche’nin, kitabı okurken aklını yansıtan bir aynaya bakıyormuş gibi hissettiğini söylüyor. Tabi Nietzsche hiç kimseye, akıma, ideolojiye bağlı olmadığından istikrarlı olarak düşüncelerini inşa etmeye devam etti.

Zamanla, en iyisi hiç doğmamış olmak diye düşünen umutsuz Schopenhauer’dan farklı düşüncelere sahip olduğunu anladı. Schopenhauer mutsuzluk mutlaktır diye düşünür ve bunu kabul etmenin gerçekle yüzleşmek için tek yol olduğunu savunur. Tanrı Öldü

Nietzsche ise tam bu noktada ondan ayrılır, bunu korkaklık olarak addeder ve hayattan vazgeçme fikrine asla katılmaz.

Schopenhauer gibi hayatı anlamsız bulmaz ama hayatın anlamını geleneksel inanış gibi dinde de aramaz. Schopenhauer gibi düşündüğü nokta kör iradenin elinde anlamsız şekilde oradan oraya savrulduğumuzdur. Gerçeğe yüz çevirmenin korkaklık olduğunu her defasında haykırır. Kör irade kavramını Hristiyan inancınayapıştırır. Gerçekle yüzleşmeliyizdir ardında salt acı ile karşılaşacak olsak bile çünkü acı çekmek iyi şeylere ulaşmanın bir parçasıdır. Çocukluğumuzdan beri kulağımıza çalınır: ‘What does not kill me, makes me stronger.’ (Beni öldürmeyen şey her ne ise güçlendirir. Ya da en bilinen çevirisi ile öldürmeyen acı güçlendirir.). Özgür olabilmek acı çekmekle mümkün olabilir. Tanrı Öldü

Şen Bilim adlı eserinde Tanrı’ya inanmayı umutları ve hayalleri süsleyen bir sığınak olarak betimler. Temelsiz ve yanlış olduğunu söyler. Hatta bir gün kız kardeşine yazdığı mektubunda ‘mutlu olmak istiyorsan inan’ diye yazar. Onun üst-insanı vücuda bürünmüş bir güç istencidir, insan güçlü olmalı hiçbir şeyi kutsal olarak görmemeli daima sorgulamalı ve eleştirmelidir. İnsanı hayvandan ayıran nokta budur.

Elimizde hayatın anlamını önce dinin içinde yitirmiş sonra sanatta aramış ama sürekli anlam arayışının içinde kalmış, acıyla ön safhada göğüs göğüse çarpışan bir adam bulunmaktadır. Tanrı Öldü

Kehanete, Tanrı’nın ölümüne, öngördüğü krize, olmasından korktuğu şeye gelelim.

Tanrı’nın ölümünün can alıcı noktası koca bir çağı ayakta tutan, bunca zaman ana fikir olan değerlerin kendini değersizleştirmesinin farkına varılmasıdır. İfade Tanrı’nın var veya yok olmasından ziyade Avrupa ahlakının tamamını kapsar. Hatta kutsallık bilincinin tamamını, varlığı tarif etmeye dayandırılmış bütün kategori ve kavramları kapsar.

Eğer Tanrı’nın ölümünü anlarsak hayatlarımızda yeni bir paradigmaya yer açabiliriz. Bu ifade belirli bir zamanda, mekanda gerçekleşen olayı anlatan durum cümlesi değildir, tarihsel kadere ilişkin teşhistir. Öldürülen şey Tanrı değil, anlamdır. 19.Yüzyılın en büyük en tehlikeli dehasının ilan ettiği kriz bir inanmama dalgasıdır. Bulunduğu telkinler dönemin insanları için büyük önem arz eder. Tanrı’ya, iki bin yıl boyunca otorite olan değerlere inanç olmadan bağlayıcı ahlaki kurallar olmayacaktır. Tanrı Öldü

Tanrısal kanunlar yok, bağımsız ve kendi kaderimize, geleceğimizin hükmüne hakimizdir. Kendi değerlerimizi yaratma konusunda özgürüz ya da suçluyuzdur. Korkunç bir bedeli olabilecek özgürlük. Tanrı’nın öğretilerinin yok olması nihilizmi getiriyor ve buradan da bir Übermensch kavramı doğuyor tabi bunlar anlamı aramak için yola çıktığımızda inceleyeceğimiz konular. Tanrı Öldü

 Benim de kafama takılan bir çok şey var. Mesela neden böyle farklı yönlere çekilmeye müsait bir ifade kullanırsın. Daha açık bir anlatım kullanmazsın. Belki de kullandı biz olayları bu yönlere çektik, ne belli?

Konuyu çok dağıtmadan anlatmaya çalıştım. Umarım kafanızda az çok bir şey belirmesine yardımcı olmuştur.

 

İnsanca Akademi Youtube kanalımızda düzenli olarak felsefe atölyeleri düzenliyoruz:

https://www.youtube.com/channel/UCryLJlyT9eOJeqSQhZALWbw