sekülerleşme

SEKÜLERLEŞME

NEDİR?

Sekülerleşme ilk olarak Weber tarafından kullanılmıştır. Protestan ve Katolikler arasında uzun yıllar süren savaşlardan sonra ortaya çıkmıştır. Kilisenin ruhaniyetinin doğurduğu baskıyı kabul etmek istemeyen kişiler tarafından kabul görmüştür. Bazı kesimlere göre dinsizleşme, bazı kesimlere göre de aydınlanma olarak tanımlanmaktadır.  Evrensel, batıya özgü ya da tek doğru bir tanımı bulunmamaktadır.  Ancak en geniş haliyle bir toplumda belli zaman diliminde doğaüstü alanın, dini inançların etkisinin azalmasıdır.

Sekülerleşme ile ilgili net bir görüş bulunmamaktadır. Örneğin Peter Berg, bu kavramı dinin toplumsal ve kültürel alandan tamamen çıkması olarak tanımlarken, Swatoz ve Christona ise toplumdaki sorunlar için din adamlarının değil, daha çok bilim alanındaki kişilere müracaat edileceğini ifade etmişlerdir. Ertit ise tamamen yok olmayacağını ve günümüze göre daha çok kabul gören şekilde dinin toplum üzerindeki etkisinin azalacağını belirtmiştir.

 

SEKÜLERLEŞME SÜRECİ

Burada asıl konu sekülerleşme kavramı neden ortaya çıktı? Sekülerleşmeyle birlikte mi gündelik yaşantılarından dinin etkisi azaldı? Yoksa din gündelik hayat üzerindeki etkisini kaybettiği için mi sekülerleşme ortaya çıktı?

Modernleşme ve aydınlanmayla beraber insanlar daha çok bireyselleşmeye başlamıştır. Aynı zamanda toplumlarda küreselleşmenin etkisiyle artan; sanayileşme, kentleşme ve teknolojinin etkileriyle birlikte dinin toplum üzerindeki etkisi zayıflamıştır. Çünkü dünyayı etkisi altına alan küreselleşme; sınırların genişlemesi ve hızla gelişen refah seviyesiyle birlikte ortaya çıkan sekülerleşmenin neredeyse her toplumu etkisi altına aldığını ortaya çıkarmıştır. Doğal olarak eski kuralların esnetilme ihtiyacı doğmuştur.

Refahın artmasıyla birlikte, kısıtlı bir zaman olan hayatımızı geçirdiğimiz vakit ve mekan genişlemeye başlar. Hayat tarzları çeşitlenir, farklı insanları tanımak kolaylaşır. Doğal olarak da toplumlar arasındaki en büyük farklılıkların ortaya çıktığı din ve kültürel etkiler esnemeye başlar.

Bugün çoğu seküler düşünür bunun dine aykırı yaşamak değil, insani duruş ve kaçış olduğunu savunur. Din toplumdan çıkıp özel alana girer. Kısacası azalan din değil, onun toplumda yarattığı baskıdır. Ancak diğer taraftan sekülerleşmeyi kabul etmeyen, kutsal olanın vazgeçilmezliğini savunan bir düşünce de mevcuttur. Din ve modernite birbirini etkilemektedir. Değişim ve dönüşüm kaçınılmazdır. Bugün yaşanılan hayata dinin etkisi eskiye oranla daha az etkilidir. Bu durum dinsizlik demek değil, zamana ve şartlara göre dinin hayata dokunduğu nokta daha azdır. İnsanlar tabiatüstü varlıklara inanmaya devam etmektedirler. Örneğin bir düşünceye göre Batı’da kiliseye gitme oranının düşmüş olması insanları tanrıyla bağının koptuğunu göstermez. İnsanlar tanrı ile başka bir şekilde irtibat kurarlar. Berger bu noktada maddi ve manevi mahrumiyetlere maruz kalan, fiziksel acılar yaşayan bir insana sekülerizmin sunacağı bir şeyin bulunmadığını, aydınlanma sekülerizminin bu anlamda bulunduğu bütün enerjiyi kaybettiğini ve dinin teselli kabiliyetinin insanların gözünde yeniden bir güvenirlik kazandığını ifade etmiştir.

 

TOPLUMDA SEKÜLERLEŞME

Dünyada süre gelen doğal felaketler, kurumsal yapılar, askeri darbeler, devletlerin insanların ibadet haklarına tecavüzü, dini kurumlar ve bunların devletlerle ilişkisi, devrimler, farklı dini cemaatlerin birbirleriyle olan rekabetleri, mezhepler arasındaki çekişmeler, göçler, ekonomik faktörler ve bunlara benzer olgular bir bölgenin sekülerleşme derecesini etkileme potansiyeline sahiptir. Ancak bu faktörler her ne kadar değişime yol açsa da toplumlar arasında farklı sekülerleşme dereceleri de ortaya çıkmıştır. Bazen aynı ülkenin içinde örneğin, Doğu Almanya ile Batı Almanya’da yaşanan sekülerleşme süreçleri farklıdır. Bunun arkasında farklı modernleşme veya farklı gelişme süreçleri yoktur. Kuzey Almanya eyaletlerinin güneydekilere kıyasla sekülerleşme süreci daha fazladır. Bunun sebebi kuzeyin Protestan, güneyin Katolik olmasıdır.

 

ÖRNEĞİN

Yaşadığımız coğrafyada sekülerleşmenin temel nedenlerinden olan bazı olguların tam olarak var olmamasından kaynaklı net bir sekülerleşme sürecinden söz edilemez. Örneğin kentleşmenin zirvesinde olan İstanbul’da bu süreç kendini daha net ve aktif göstermektedir. Lakin Iğdır bu süreci daha geriden takip etmektedir. Ancak bu durumu dinsizleşme olarak algılamamak gerekir. Çünkü Avrupa ülkelerinin yaptığı araştırmalarda baz alınan kiliseye gitme durumu, Türkiye’de camilere uyarlandığında geçersiz olabilmektedir. Çoğunluğu yaşlı nüfusu olmasına rağmen camilerimizde aktif olarak ibadet yapılmaktadır.

Sekülerleşmeyi dinin ortadan yok olması olarak değil de toplumların modernleşen dünyanın etkisiyle değişmesi olarak değerlendirebiliriz. Örneğin bundan yüz yıl öncesine kadar denize girmek özel bir olaydı, kitlesel plajlardan bahsedilmezdi. Ancak moderniteyle birlikte plaj kültürü ortaya çıktı. İlk başta dindar kesim bu durumu kabul etmese de zamanla haşema üretimi ile bu kesimde kitlerle birlikte plaj kültürüne alıştı. Bir diğer örnek ise bundan çok değil elli altmış yıl öncesine kadar ninelerimizin dedelerimizin kabul ettiği bazı dini kabuller. Mesela eskiden kadınların pantolon giymesi dini açıdan kabul görmese de, bugün bu düşünce büyük çoğunlukla fiili olarak değişmiştir. Bir başka örnekte ise ailede kadınlar başını örtüyor ama anneler otuz yıl önce hiç müzik dinlemezken ve zamanının çoğunu ibadet, Kur’an tilaveti ve kermes, bağış toplama gibi her şeyiyle dinî olarak tanımladığı faaliyetlere adarken bugün onların çocukları bireyselleşmenin de etkisiyle daha farklı alışkanlıklar kazanmışladır. Küresel dünyaya ve onun getirdiklerine ayak uydurmuşlardır.

Bence sekülerleşmenin en net ortaya çıktığı yer ekonomik faaliyetler noktasındadır. Örneğin faiz dinimiz günah olmasına rağmen bankalar aktif bir şekilde faiz işlemleri yapmaktadır. Doğal olarak serbest piyasalaşma ve sanayileşmenin olduğu yerde doğaüstü olan geri planda kalmaktadır.  Ancak daha önce de belirtiğim gibi bu varsayımlar ve örnekler dinin ortadan kalktığını ifade etmez. Sadece belirli durumlarda geri planda kalmaktadır. Bu durum Avrupa ülkelerinde ülkemize göre daha belirgin ve yaygındır.