Rousseau Çerçevesinde Dillerin Kökeni

Bu yazımızda Jean-Jaques Rousseau ’nun “Dillerin Kökeni Üstüne Deneme” adlı eseri çerçevesinde dillerin kökeni üzerine incelemelerde bulunacağız. Aynı zamanda dillerin kökenine inerken Rousseau’nun düşüncelerine de göz atmış olacağız. Ayrıca dillerin kökeni üzerine yaptığımız inceleme ile ilgili kaynak ve okuma önerilerini yazımızın sonunda yer alan kaynakça bölümünden inceleyebilirsiniz.

‘Söz’ insanlığın yegâne iletişim aracı olmadığı halde diğer iletişim şekillerinin ötesinde bir anlama sahiptir. Söz tanımı gereği, sadece sesli iletişimin bir unsuru olarak algılanır. Ancak söz, dil kavramının en temel öğesi olarak hem yazılı hem fonetik dilin bir unsurudur. Dillerin kökeni, tarih boyu en çok merak edilmiş ya da sorulmuş sorulardandır. Sorulan bu sorulara dinler, mitolojiler, bilimler ve felsefi düşünceler farklı cevaplar vermeye çalışmıştır. Diller insanın doğaya vermeye çalıştığı anlamın bir neticesidir. Rousseau ’ya göre “ilk toplumsal kurum olan söz” yapısını sadece zorunluluk üzerine değil doğal nedenlere dayandırır. Bu nedenle Rousseau sözlerin bir akıl yürütme sonucu değil bir içgüdü eylemi şeklinde olduğunu varsayar.

Düşünce Aktarmanın Yöntemleri Üzerine 

İletişim, iki insan arasında gerçekleşen bir etki tepkidir. Bir başkası ile iletişim kurmanın en temel yöntemleri hareket ve sestir. Hareket eylemi dokunma yani tensel temasla gerçekleşir. Aynı zamanda dokunmadan yani jest ve mimikler aracılığıyla gerçekleşebilen eylemlerdir. İnsanın bir duyguyu ya da düşünceyi anlatmakta kullandığı eylemlerin bütünü iletişimi oluşturur. Gelenekselleşmiş anlamda iletişim karşılıklı bir anlatım olsa da tek başına yetersiz kalır. Bu nedenle karşılıklı iletişimin temelini oluşturan dilin kökeni ve evrimi bu anlamda çok önemlidir.

 “İnsanların sözü ilk kez gereklilikten değil güçlü duygulanımlarından dolayı keşfetmeleri üzerine”

Bildiğimiz en eski dillerden bu yana ilerleyen dil evrimi insanların söze olan gereksinimlerinin ne derece küçük olduğunun bir göstergesidir. Evrim geçiren diller zaman içerisinde anlamlarını olumsuz ya da olumlu anlamda bölgesel anlamlara bırakmışlardır. Sözlü kültürden yazılı kültüre geçişte insan kendi doğasını yeniden yaratma çabasından çok uzaktadır. Aksine sözün yazılı bir kültür öğesi haline gelmesinden sonra dahi diller farklı kültürlerle olan etkileşimler sonucu değişik lehçelere bölünmüştür. Rousseau ’ya göre “Bir halk kendini eğittikçe lehçeler ortadan kalkar.” düşüncesiyle eğitimin insan zihninde oluşan dil algısını yazım dili üzerine değiştireceğini dile getirir. Rousseau, eğitimce gelişen bir toplumda lehçelerin zamanla yok olacağını ve sonunda yalnızca az okuyan ve hiç yazmayan halkta jargon biçiminde kalacağını savunmaktadır.

Yazı Üzerine 

Tarihe ve dillerin gelişimine baktığımızda dillerin zamana ve coğrafyaya göre farklı şekiller aldığını görürüz. Yazı öncesi diller hakkında tam olarak bir bilgi sahibi olmamız imkânsız olsa da yazının diller üzerindeki etkisini görmemiz mümkün. Dil insan doğası ve evrimi ile gelişir. Aynı şekilde, insanın evriminde olduğu gibi dilde de kullanılmayan öğeler daha yoğun kullanılan öğeler karşısında dayanamaz. Körelir ya da yok olur. Özellikle dillerin evrimi üzerine yapılacak incelemeler düşünüldüğünde 21. Yüzyıl bunun için çok şanslı bir dönem olabilir. Her ne kadar yalın metin dili değişimini çok daha uzun zaman içerisinde gösterecek olsa da gündelik konuşma dilindeki değişimler kendini çok daha kısa süre içerisinde hissettiriyor.

Modern Prozodi Üzerine

Prozodi, bir dil için kelimeler ve sesler arasındaki uyumu ifade eder. Rousseau ’nun ifadesi ile “Hem basit seslerle hem de eklemli seslerle konuşan tınılı ve uyumlu bir dil üstüne hiçbir fikrimiz yok”. Rousseau dildeki vurgu ve anlatımın yazım diline yeterince iyi uygulanamadığını düşünmüştür. Bu nedenle Asya dillerindeki hece üzerine kurulu dil yapısını örnek vermiştir. Kuzey dillerinin yıllar içinde çok farklı toplumlar tarafından kullanılması sonucu yazım dili aynı kalsa da konuşma dilinin birçok farklı biçim aldığını söylemiştir.

Dionysos dilde tonlama ilgili olarak ”Tonun dar vurgularda yükselmesi, pes vurguda ise alçalması bir beşinci aralık kadardır.” ifadesini belirtmiştir.

Ayrıca prozodi de, özellikle sesin beşinci aralık ölçüsünde yükselip aynı hecede diğer beşinci aralık ölçüsünde dönüştüğü vurgusu müzikale örnek verilebilir.

Dilin yapısının prozodiye uygun olmadığı yorumunu yapmak her ne kadar yanlışsa da birçok dil için sözlerde prozodi bulunmadığını söylemek hiç de yanlış olmayacaktır.

Rousseau’ya göre prozodi dilin kendi yapısında olmayan sonradan eklemlenmiş ikinci bir yapıdır. Müziğin kendi prozodisinin dilin yapısıyla insan diliyle uyumsuz olduğunu düşünüyor. Çünkü Rousseau’ya göre diller için genelleşmiş bir vurgu sistemi bulunmamaktadır.

  “Dillerde vurgu belirli olsaydı ezgi de öyle olurdu. Şarkı keyfi olduğu andan itibaren vurgunun hiçbir değeri yoktur.”

Rousseau Dillerin Kökenindeki Genel ve Yerel Farklar 

Dillerin kökenleri arasında genelleşmiş temel farklar olduğu gibi yerel farklar da bulunmaktadır. Özellikle Kuzey dilleri ve Güney dilleri arasında birçok yerel farklar mevcuttur. Bu sebeple bir dilin kökeni üzerine olan incelemede dili bağlamından ayrı bir biçimde fazla yerel ya da gereksiz genel incelemek yanlış olacaktır.

“İnsanları inceleyecekseniz yakınınıza bakmanız gereklidir. Ancak insanlığı inceleyecekseniz gözlerinizi uzaklara çevirmeyi başarmalısınız”

Ayrıca Rousseau ’ya göre Avrupalıların bir şeyin kökeni hakkında yaptıkları felsefi incelemelerdeki en büyük hata çevrelerine olan bağlarının kuvvetli olmasıdır.

Diller birçok farklı anlamda insanlık tarihinin belki en büyük buluşu belki de tanrının insanlara büyük bir armağanıdır. Hangisine inanıyor olursanız olun dillerin önemini kavramak zorundasınız. Dilin kökeni hakkında ampirik bir yöntem izlemek zor olsa da insan aklının çözemeyeceği bir merak sorunu yoktur.

Sonuç:

Sonuç olarak Rousseau’nun diller üzerine yaptığı bu incelemede o güne kadar çoğu kutsal kitapta ve mitlerde ilahi bir mesaj taşıyan dillerin kökeni sorusuna “natüralist” olarak adlandırabileceğimiz bir yolla cevap aramaktadır. Diğer bir deyişler bilimin cevap bulamadığı sorular her zaman sözde kalanlardır. Tarihte ardında iz bırakmadan yok olan tek şey söylenen sözlerdir. Söz, birkaç insan ömrü kadar yaşayabilir yalnızca. İnsanın en büyük meraklarından biri, olduğu dil kavramı üzerine sözler söylendi. Ve en büyük kavgalarda en uzun sulhlarda dilin kendi doğasında yaşamaktadır.

 

Kaynakça:

  1. Altınörs, S. A. (2012). Rousseau’nun dilin kökeni meselesine yaklaşımı. Bilig Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, 4-63.
  2. Kerimoğlu, C. (2016). DİLİN KÖKENİ ARAYIŞLARI I: DİLİN KÖKENİYLE İLGİLİ AKADEMİK TARTIŞMALAR. Dil Araştırmaları10(18), 47-84.
  3. Ruhlen, M. (2012). Dilin Kökeni: Geçmişe ve Geleceğe Bakış. Dil Araştırmaları10(10), 167-182.
  4. Duclos,Remarques sur la Grammaire genrale et raisonnee, s. 30.
  5. ÇINAR, A. (2007). Modern batı düşüncesinde dilin kökeni olarak ontolojik farklılık sorunu. Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi16(1), 193-210.
  6. Ruhlen, M. (2017). Dilin Kökeni: Ana Dilin Gelişimi. Hece Yayınları ve Dergileri.
  7. KARAGÖZ, N., & ARSLAN, H. Dilin Kökeni ve Teolojik Bağlamı. Mesned İlahiyat Araştırmaları Dergisi12(2), 431-451.
  8. Kerimoğlu, C. (2017). DİLİN KÖKENİ ARAYIŞLARI II: FOXP2 GENİ. Dil Araştırmaları11(21), 35-50.
  9. DURSUN, O. (2019). Aklın Yolu İki: Natüralizm ya da Konvansiyonalizm: Platon’dan Rousseau’ya dilin kökeni ve işlevi üzerine bir soruşturma. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi36(2), 221-243.
  10. Yıldırım, F. B. (2012). Romantik Bir Mitos: Dilin Kökeni. Bilgi Sosyal Bilimler Dergisi, (2), 52-84.

 

Benzer içerikler için instagram sayfamızı takip edebilirsiniz.

 

Muhammet Furkan Dolgun
İstanbul Üniversitesi Fizik bölümünde okuyan, okumayı, yazmayı ve felsefeyi seven bir gezgin.