Psikolojik Sermaye
Psikolojik sermaye ile ilgili olarak kavramsal açıdan çok eski bir geçmişinin olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü 2000’li yıllarda Seligman tarafından ortaya atılmış bir kavramdır. Fakat kavramsal açıdan eskiye dayanmasa da düşünce yapısı gereği oldukça köklü bir geçmişe sahiptir. Uygulama olarak, örgütsel alanlarda yapıldığı ve pozitif psikolojideki teorilerin ve araştırmaların neticesinde ortaya çıktığı bilinmektedir.
Pozitif psikolojinin örgütsel bir alana taşınması ise davranış bilimlerinin içerisinde kendisine bir yer bulmasıyla mümkün olmuştur. Ayrıca 1880’li yıllardan bu yana karmaşıklaşan yapılar için yönetimin elzem görülmeye başlanmıştır. Ve bu doğrultuda da yeni yeni yönetim anlayışlarının benimsenmeye başlanması; akabinde de değişen demografik yapı gereği buna ayak uydurabilmek için benimsenen yönetim yaklaşımları oluşmuştur. Öncelikle bu yaklaşımlar içerisinde, sonuncusu olarak görülen Postmodern Yönetim Yaklaşımı gereği ile insan kaynağının gelişimi ve yönetiminin gerekliliği ön plana alınmıştır.
Örgüt, sosyal ilişkiler ile yürütülen bir grup olması sebebiyle; benimsediği yönetim yaklaşımı gereği insanı ve davranışlarını, etkileşimini, iletişimini ve psikolojisini dikkate almak durumundadır. Bunun sonucunda da örgüt içinde çalışan bireylerin psikolojik sermayelerini ayakta tutmak; örgütün dinamik yapısını sağlamlaştıracağından önemli bir unsur olarak görülmektedir.
Psikolojik Sermaye ve Bileşenleri
Psikolojik sermaye, çalışanların örgüt kültürü içerisinde birbirileriyle olan etkileşimlerini sağlar. Ve bireylerin kendi öz sermayelerini de ne denli ayakta tuttuklarını göstermektedir. Kendi öz sermayesini ayakta tutan bireylerin performansının artacağı ve bunun çalışma hayatına doğrudan yansımasının örgüte başarı getireceği bir gerçektir.
Psikolojik sermayesini önemseyen her bireyin psikolojik sermayesini ayakta tutması gerekir. Ve psikolojik sermayesinin bileşenlerini hayatına tam anlamıyla entegre etmeye çalışır.
Psikolojik sermayenin bileşenleri ise; öz yeterlilik, iyimserlik, umut ve dayanıklılıktır.
Öz Yeterlilik
Bireyin kendine olan inancı, öz yeterlilik olarak tanımlanmaktadır. Bir birey tam anlamıyla mükemmel olamayacağı gibi tam anlamıyla yetersizde olamaz. Bu nedenle de her birey kendi içinde artıları ve eksileriyle bir bütünü oluşturmaktadır. Önemli olanda artılarına yoğunlaşan eksilerini kabul eden bireyler olabilmektir. Birey kendi olumlamasını yapabildiği takdirde motivasyonu artacaktır. Hayatına dair kontrollerini sağlayabilecek ve yaşamındaki her türlü zorlukla mücadele etme yolunda başarı kaydedecektir. Öz yeterlilikte de birey kendi gücünün farkına varacak ve performansını en üst seviyede gösterecektir. Fakat öz yeterliliği düşük bireyler, örgüt içerisinde karşılaştıkları her zorluk karşısında mücadele vermekten kaçınan, bir mücadele verse dahi ona inanmayan, kendi başarısına kendi eliyle gölge düşüren kaygılı bireyler güçsüz olarak nitelendirilmektedir.
İyimserlik
Bireyin hayata karşı geliştirdiği bakış açısı ile şekillenmiş beklentisi ve inancı bu tutumunda da sergilediği ısrarı onun iyimser yaklaşımını göstermektedir. Bununla birlikte iyimserlik yaklaşımında birey, ne olursa olsun pozitif bakmaya, yılmamaya, başaracağına dair olan inancını her koşulda dahi diri tutmaya çalışmaktadır. Kendi direncini her olumsuzlukta daha güçlü ayağı kalkarak arttırmaya çalışan bireylerin; iyimserlik yaklaşımıyla hareket ettikleri görülmektedir. Fakat tam aksi durumlarda iyimserlik yaklaşımıyla hareket etmeyen bireylerde mücadelelerinin yetersiz kaldığı görülür. Başladıkları işi bitirmeden bırakma eğiliminde oldukları saptanmıştır. Çalışma zorluklarında da fiziksel ve duygusal açıdan canlı olmamalarının örgütün başarısını düşüreceği yönünde bir izlenim oluşturmaktadır. Oysa ki iyimserlik yaklaşımında olan bireylerin daha sebatkar, daha tatminkâr ve zorluklarla baş edebilen bireyler olduğu gözlemlenmiştir.
Umut
Bireyin harekete geçmesi için onu güdüleyen istek olarak tanımlanmaktadır. Bireyin hayata karşı tutumunda bir amacının olması önemlidir. Ve o amaca yönelik harekete geçme istediğini her daim diri tutması onu başarıya götüren anahtardır. Bu sebeple de bireylerin enerjilerini tavan yaptıran ona pusula olan isteği onun umudunu kamçılayacaktır. Aksi takdirde umudu olmayan bireylerde amacına giden yolda yönünü bulamama, örgüt içinde başarı beklenen bir mücadele ile baş edebilmenin yollarını görememe, o enerjiye sahip olamama durumu olur. Ve neticede de isteğini doğru yönlendiremediği için kaçırdığı bir fırsat olarak tanımlanmaktadır.
Dayanıklılık
Psikolojik sermaye bileşenleri içerisinde diğerlerinin içsel bir durum olarak karşıladığı; fakat dayanıklılık kavramının onlardan farklı olarak tepkisel bir nitelik taşıdığı görülmektedir. Yani bireyin her şartta ve koşulda gerçekleşen zorluğa rağmen göstermiş olduğu olumlu uyum onun dayanıklılığını ortaya koymaktadır. Her türden zorlukla mücadele etmek bir yana mücadele ederken her düştüğünde ayağa kalkabilmek; daha fazla direnç göstermek; neticede en büyük savaş olan psikolojik savaştan bir zafer kazanarak çıkmak; dayanıklılığın en büyük göstergesi olmaktadır. Stresle başa çıkabilmenin de en temel kaidesi de bu olmaktadır. Dayanıklılıkta en temel unsur da hiç şüphesiz ki yılamamak. Şartları her seferinde daha da fazla zorlamaktır. Aksi bir durum söz konusu olduğunda bireyin dayanıklılığının düşük olması gibi bir durumda bireyin hiçbir işi sonuçlandırmaya gidemediği; yolun başından döndüğü ve çiçekli yollardan geçerek başarı elde etme hayallerinin sadece bir hayal olarak kalacağı kesin bir yargıdır.
Yorum Yap