Okurunu Başka Dünyalara Götüren Bir Roman: Musa’nın Uykusu
“Çünkü Musa başından beri ayrılmayı bilmiyordu. Yaşamak için ayrılmak gerektiğini bilmiyordu. Dünyaya geliş hikayesinde bütün hayat hikayesinin kalbi saklıdır. Kaderinin şifresi bu ilk sahnede, gecikmeli gerçekleşen doğumunda, gizlidir. Nasıl annesinin karnından vakti geldiğinde ayrılamadıysa daha sonra da hiçbir yerden hiçbir şeyden zamanında ayrılmasını bilmeyecekti. Sıcak su musluğunun, kış yağmurunun, komşu kadının halı silkelediği balkonun altından; yaya geçidinin, yürüyen merdivenin, tren raylarının üstünden, çatapat patlatan oğlanların, hasta sokak köpeklerinin yanından. Son olarak da yangından. Musa ayrılmayı bilmiyordu. Oysa hayatta kalmanın koşulu doğru zamanda ayrılmasını bilmektir. Önce anne karnından ve sonra da sırasıyla her şeyden.”
Musa’nın Uykusu, yazar Tuğba Doğan’ın ilmek ilmek dokuduğu, fazla ve gereksiz sözcüklerden arındırıp, süzgeçten geçirerek okurlarına yansıttığı ödüllü bir ilk roman. Serebral Parsi hastası olan bir bireyin, ablası olan genç kadının hayatına olan etkilerini ve değişen yaşamını konu alıyor.
Zeliha’nın yaşadıkları, keder ile bağlantılı olarak gelişiyor. Yalnızlık, mutsuzluk ve belirsizliğin verdiği huzursuzluk temaları üzerine kurgulanmış bir şekilde okurlara aktarılıyor. Her şeyden önce, kitabı bu kadar çekici kılan ilk unsur hem karakter anlatıcı hem de tanrı anlatıcı olarak Zeliha’yı görüyor olmamız.
Birincisi, Zeliha hayatındaki tüm yaşanan olumsuzlukları aile üyelerine yüklemek için anlatıyor. Diğer yandan hakim bakış açısı ise yaşadığı olayları daha objektif değerlendirmenin gerektiğini vurgulamak için anlatıyor. Sonrasında, geçim zorluğu çeken ailelerin hastalık ile olan mücadelelerinde yaşadıkları zorluklara dikkat çekiliyor. Ana karakterin hayatın başlı başına bir klişe olmasından duyduğu endişe de anlatılıyor.
Kardeşi Musa’nın doğumu ile hayatına bir anlam katmak istiyor Zeliha. Sevmeyi ve sevilmeyi bekliyor. Fakat hikayesinin ilerleyen kısımlarında kimseden umduğu sevgiyi bulamadığını da dile getiriyor.
Karakterler ve Kurmacanın Gücü
Kitabın ilk bölümünde, Musa ile Zeliha’yı tanıyoruz. Aralarındaki kardeşlik ilişkisini anlamaya çalışıyoruz. Sonrasında, ikisinin ilişkisinden yola çıkarak tüm aileyi, anneyi, babayı, ağabeyi ve ablayı tanıyoruz. Öte yandan, aileyi oluşturan karakterlerden Zeliha ve Musa hariç hiçbirinin isimlerini bilmiyoruz.
Başka bir deyişle, Zeliha kendisini Musa ile var ediyor. Bu nedenle kitapta sadece ikisinin isimleri geçiyor. Ve ilerleyen bölümlerde Zeliha evden ayrılışının sebeplerini, ağabey ve ablasından hesap sorarmış gibi aktarıyor. Annesini metnin içinde dağınık paragraflar halinde görüyoruz. Fakat babasını ise ölümünden sonra tek seferde anlatılan kısa iki sayfa boyunca tanımaya çalışıyoruz.
Musa ‘nın Uykusu: İlişkiler ve Yalnızlık Üzerine
Kitabın ikinci bölümünde ise Zeliha’nın çalıştığı yayınevinin diğer çalışanları ile tanışıyoruz. Ve sonrasında, onun iş arkadaşları ile olan ilişkileri ve insanları değerlendirme şekli karşımıza çıkıyor. Bu bölümde sırasıyla kadın-erkek ilişkileri ve yalnızlık kavramları irdeleniyor.
Semendername
Üçüncü ve son bölüme geldiğimizde ise Zeliha editör olarak çalışmasına rağmen, hep hayalini kurduğu yazarlık için attığı ilk adım olan “Semendername “ ile tanıştırıyor okurlarını. Hayatındaki olayların metinle ilişkili bölümlerini bizlerle paylaşıyor. Semendername’yi oluşturan tüm imgeler o kadar çok farklı anlamı içinde barındırıyor ki. Bu bölüm ile okurlarını araştırmaya yönlendiriyor.
Sonuç olarak, Semendername’ yi oluşturan imgeler, Semender, baykuş, kedi, Hızır, Musa ve Meryem okuyucuya tüm gerçekleri fısıldıyor. Sıradan değil de derin okuma yapmayı seven okurlar için çağdaş edebiyatta eşine az rastlanır bir metin olarak hafızalarımıza kazınıyor “Musa’nın Uykusu”.
Bu yazı İnsanca Akademi editör ekibinden Simge Güney tarafından düzenlenmiştir.
Benzer içerikler için YouTube sayfamızı ziyaret edebilirsiniz.
Cevap bırak