METROPOLİS FİLM ANALİZİ
Metropolis filmi, Avusturalyalı- Alman yönetmen Fritz Long’un çektiği sessiz bilim kurgu filmidir. 1927’de o zamanın Almanya’sında, Weimar Cumhuriyetinin en güçlü döneminde gösterime girmiştir. Babelsberg stüdyolarında çekilmiş olan film, 2026 yılına gönderme yapmaktadır. Film genel olarak sanayinin bütün Avrupa’yı değiştirmesi ve işçi sınıfının mağdur oluşunu anlatmaktadır. Filmde işçi sınıfının değersizleştirildiğini görmek mümkündür. Aynı zamanda iş güvencesinin olmaması ve boş zaman yokluğundan kaynaklı işçilerin yaşadıkları yansıtılmıştır.
Long’un bu filminde geleceğin dünyasına yönelik karanlık bir duruş sergilediğini söyleyebiliriz. Bu yapıtı değerli kılan şey, özel efektlerinden ziyade, geleceğe ve bulunduğu döneme dair tespitleriydi. Çünkü filmde zenginin cennetine karşın, yoksulun cehennemi anlatılıyor. Metropolis’in bir diğer önemli yönü ise sinema tarihinde ilk kez robot figürünün kullanıldığı filmdir. Aynı zamanda filmin sessiz olmasından kaynaklı olarak karakterlerin abartılı oyunculuklarla duygularını yansıttıklarını da söyleyebiliriz.
Metropolis ve İşçi Sınıfı
Metropolis, totaliter bir düzenin hüküm sürdüğü, zenginlerle (iş veren), fakir işçi sınıfı arasında yaşananları anlatmaktadır. İş verenler devasa gökdelenlerin en tepesinde varlık içinde yaşarken, işçi sınıfı ise yer altında zenginlerin refahı için çalışmaktadır. Acımasız kapitalist sistem altında, kendilerine ve emeklerine yabancılaşan bu işçi sınıfı, adeta robotlaşmıştır. İşçiler vardiyalarına başlarken, boyunları öne bükük bir halde, belli bir sıra düzeninde çalışmaya başlarlar. Sosyal haklardan neredeyse soyutlanmış olan işçi sınıfı, uzun mesai saatleri içinde her türlü sosyal güvenceden yoksun çalıştırılmaktadır.
Şehrin en büyük işvereni olan John Fredersın’ın oğlu Freder, bu işçilerin çalışma koşullarını görünce sosyal bir kırılma yaşar. Freder onların çalışma koşullarını görür ve böylelikle onların yanında yer alır. Orta sınıfın olmadığı bu dünyada, bir sınıfın varlığı, diğer sınıfın sömürülen emeğine bağlıdır. Şehrin devasa gökdelenlerden oluşması ve bunların yer altında kalan kısmında işçilerin bulunması, sınıfsal farklılığın bir göstergesidir. Yani yüksek tabakanın tepeden, alt tabakaya bakışını simgeler. Yapımın meselesi işçi sınıfın hakları ve çalışma koşullarıdır.
İşçi Sınıfı Uyandı mı?
İşçilerin belli zamanlarda belli yerlerde toplayıp onları bilinçlendirmeye çalışan gizemli bir kadın karakter vardır. İşçilerin dinledikleri vaazlarda; ‘ üreten eller ile planlayan beyin arasındaki aracı kalp olmalıdır’ sözü sürekli tekrarlanır. Aracı kalp, ılımlı otoriter devlet yapısını simgeler. Kadın karakterin işçiler üzerindeki etkisinden şikayetçi olan yönetim onu kaçırıp yerine robot getirerek işçileri kışkırtır. Bu başkaldırı, işçi sınıfının kendi kendini yok etmesine sebep olmuştur. Ayaklanmanın herhangi bir özgürlük ya da kurtuluş getirmeyeceği kanısını sunuyor. Zamanla bir kurtuluş fikrine umutla baksalar bile, kadın karakter yerine robotun gelmesi ile birlikte devrimin bir kurtuluş getirmeyeceğini asıl kurtuluşun, devlet otoritesinde olduğu fikri savunuluyor.
Ölen işçinin yerini hemen diğeri alıyor. Sembollerin sıkça kullanıldığı filmde Marx’ın yabancılaşma kavramına, Taylorizm’e ve Fordizm’e atıfta bulunmuştur. Film Naziler tarafından beğeni almıştır. Hem anti kapitalist hem de anti komünisttir. Çağına ve koşullarına göre bugüne dair bir analiz yapan film, insan doğasının, sanayileşmenin getirdiği köleliğin ve sınıflı bir toplumun yorumunu yapıyor.
Bugün ise net bir sınıfın varlığından bahsetmek ne kadar mümkün emin olmasam bile, sistemin devamı için işçilerin haklarının ve ihtiyaçlarının feda edildiğini söylemek mümkün. Günümüz koşullarında şu an bile, toplumun bir kesimi, diğer kesimin yaşam standartlarını korumak için çarklarda feda ediliyor.
Bu yazı, İnsanca Akademi Editör Ekibi’nden Dilan Deniz Emeksiz tarafından düzenlenmiştir.
Izleyecek film arıyordum, teşekkür ederim.
Gayet geniş bir ozet olmuş