FİZİK VE MATEMATİK

Matematik insanın yeniden yarattığı kusursusuz doğadır. Gerçek olmayan bir aklı temsil eder. Zihnimizde canlanmayan örüntülerin anlaşılabilirliğini modeller. Matematik bilimlere inanmamızı sağlayan yegane ortak dillimizdir. Matematiğin dili bir dizi belirlenmiş kurallar değil evrenin gerçek olmayan ama gerçeğe en yakın modellemesidir. İçinde bulunduğumuz bu kozmos “sıfır” olarak belirttiğimiz matematikten yoksundur.

SIFIR SORUNU

İlk olarak, matematiğin tanımlamalarının nasıl bir kavramı yarattığını anlamamız gerekiyor. Hepimizin günlük hayatta alışageldiği kullanımı çok konforlu tanımlamamız “sıfır”; aslında gerçek değildir. Sıfır bir durum notasyonu için yaratılmıştır. Yokluğun temsil edilememesi insan aklının yegane sorunudur. İnsan zihni olmayan bir varlığı tanımlayamaz; bununla beraber sonsuz bir varlığı da tanımlayamaz.

Çünkü “sonsuz” ve “sıfır” da zıtları olmayan kavramlardır. Her türlü tanımlamamız zıttı ile beraber bir bütündür. Var-yok kavramlar zıtlık belirtiyor gibi tanımlanmıştır. Oysa ikisi birbirlerinin katilleridir. Varlık yoklukla; yokluk varlıkla tanımlanamaz. Öyle ki birinin diğerini öldürdüğü bir ilişkileri vardır. Zıttının var olması için kendini feda etmek zorunda olan iki kavramdır.

KAVRAMLARIN AKLI

Kavramlar, matematik yapabilmemiz için doğada ki kelimelere verdiğimiz isimlerdir. İnsan aklı doğaya bakınca iki tür tanımlama yapar birincisi hepimizin en çok kullandığı “dil”; ikincisi “semboller” matematik dilin aksine bir kavramı direkt bir tanımlama yapmaz ara sembollerle bir ön kabul yaratır. Her türlü bilgiyi semboller aracılığıyla bir kavram haline getirebilir. Bildiğimiz her bilgi matematik sembolleri ile kavramlaştırılabilir.

Böylece yarattığımız kavramlar –dilimizi ve kültürümüzü kapsayan tüm bilgimiz-sembollerle yeniden yarattığımız kavramlara dönüşebilir.

BİLİM FİZİK VE MATEMATİK

Fizik ve bilim kavramlarla ilişkiler arasında bir sembolizm kurar. Ancak akıl ile anlaşılacak duyulara gereksinim duyan bir ilişkidir. Dil bir nesneyi bir kavram haline getirme yetisine sahiptir. Fakat bir ilişkiyi net bir kavram haline getiremez. Öyleyse fizik, ilişkileri kavramlaştırmada kullandığımız yöntemlerdir. Bu yöntemlerde matematik sembolizmi ve teknikleri ile çalışır.

İLİŞKİLER

Fiziksel ilişkiler yani hareket, değişim ve varlık; doğanın bütünüdür. Evrende bulunan her şey ilişkilerle kavramlaşır. Eğer kapalı bir evrende ilişki yoksa varlıktan da söz edilemez. Varlık tanımlarımız, fiziksel ilişkilerdir.

MATEMATİK DOĞUYOR

Matematiksel fonksiyonlar doğa ilişkilerinin sembolizmidir.”f(x)” olarak genel şekilde tanımlanmış gösterim bir ilişkiyi tanımlamak için kullanılan en temel kavramdır. Fonksiyonlar ilişkileri tanımlamak için kullandığımız kavramlardır. Bir fonksiyon iki veri arasında nasıl bir ilişki olduğunu kavramlaştırır. Fizik herhangi bir ilişkiyi açıklama çabalarından doğar.

Matematik-Fizik; ilişkileri tanımlayan genel bir fonksiyon yaratma çabasında doğarlar. Bir nesnenin hareketini, değişimini ve varlığını açıklayan bir fonksiyon yazmaya çalışırlar. Fonksiyon, matematiksel yöntem ve tekniklerle kullanır. Fonksiyonu da açıklayan kavram ise fiziktir. Çünkü fizik, kavram ve ilişkilerin matematiksel yöntemi kullanan açıklamalarıdır.

 SANAL FONKSİYONLAR

Fiziğin gelişmesi insan zihnine duyuların ötesinde bir gerçeklik olabileceğini gösterdi. Yakın tarihe kadar metafizik dışında açıklanamayan bazı olguları sadece akıl kullanarak açıklama çabasına girdi. Türev ve integral insanın anlayamadığı sıfır ve sonsuza çok yaklaştıkları bir yöntem yarattı.

Newton ve Leibniz aynı anda birbirlerinden bağımsız şekilde düşündükleri sanal olmayan çok küçük gerçeklik yeni bir dünya yarattı. O güne kadar yaşadığımız evrende sıfır ve sonsuz olmadığını biliyorduk. Ancak sıfır ve sonsuzun ucunda gezebileceğimiz yeni bir gerçeklik modellenebilirdi. Newton bu yeni teknikle doğada ki ilişkileri tanımlayacak o zaman kadar ki en kapsayıcı evrensel çekim yasasını kavramsallaştırdı.

SONUÇ

Gerçek olduğunu düşündüğümüz evrende her şey kavramlar ve ilişkilerden ibaret. Biz insanlık olarak sadece izleyici ve seyirciyiz. Sonsuz küçüklerde atomların içinde geziyoruz. Mühendislik bilgimiz, yaptığımız binalar ve inşa ettiğimiz her şey aslında gerçekliğe ne kadar yaklaşabilirim tutkumuz. Bilim yapan herkes doğayı anlamak değil doğayı kavramak istiyor. Binlerce yıllık birikim bizi sonsuz küçüğün ve yokluğun sınırına getirdi. Sonuç olarak bütün bunlar insanın kendi küçüklüğünü kabullenmesiyle başladı. Bir zamanlar evrenin merkezinde olduğunu sanan insan kendi sonsuz küçüklüğünün yanına kendi gerçeğine yaklaştı.

 

 

 

Diğer yazılarımız; www.insancaakademi.com/blog/

 

Benzer içerikler için İnstagram sayfamızı ziyaret etmeyi unutmayın!

Muhammet Furkan Dolgun
İstanbul Üniversitesi Fizik bölümünde okuyan, okumayı, yazmayı ve felsefeyi seven bir gezgin.