Vedat TÜRKALİ ve “Bir Gün Tek Başına” Romanı


Asıl adı Abdülkadir Pirhasan olan yazar 13 Mayıs 1919’da Samsun’da dünyaya gelmiştir. Annesi ve babası gibi sanat ve edebiyatla ilgilidir. Askerlik yaptığı dönemlerde şiirle ilgilenmeye başlamıştır. Şiirlerini Hasan Deniz, edebi yazılarını ise Vedat Türkali takma adıyla yayımlar. Edebi hayatının yanı sıra senaryo ve yönetmenliğiyle ilgilendiği on dört sinema ve dizi vardır. Ataol Behramoğlu Vedat Türkali için “Nazım Hikmet’in başlattığı büyük akımın içinde, fakat kendine özgü bir edası olan özgün bir toplumcu şairin şiirleridir.” diye bahseder. Bir Gün Tek BaşınaBir Gün Tek Başına


Türkali, tiyatro, şiir, deneme ve senaryolarıyla büyük başarı toplamıştır. Romanlarıyla Türk edebiyatında çağdaş edebiyata bir geçiş yaşattı; Bir gün Tek Başına, Mavi Karanlık, Yeşilçam Dedikleri Türkiye ve Tek Kişilik Ölüm. Türkali romanlarıyla okuyucusunu âdeta bir döneme tanıktık ettirir. Vedat Türkali 26 Mayıs 2016 yılında vefat etmiştir.


“Bir Gün Tek Başına” Romanı


Bir Gün Tek Başına romanıyla Türkali 1974 Milliyet Yayınları Roman Yarışması birinci olmuştur. Türkali, yazma ve anlatma konusunda büyük emek ve zaman harcadığı ilk romanını 748 sayfa olarak yayımlar. İlk romanı olmasına nazaran edebiyatın en önemli romanları arasında yer alır. İlk romanındaki sağladığı başarısı zamanında oldukça kıskanılır. Romanda sıradan bir insanın derin psikolojik tahlillerini ve ağır bunalımlarına şahit oluyoruz. Bir Gün Tek Başına

Sanki yazar bizlere bu romanda varoluş ve yok oluşu ete kemiğe büründürür. 1960 yıllarının anlatıldığı romanda baskın bir şekilde 60 darbesini ve bu dönemde yaşanan sosyal hayata şahit oluruz. Laleli taraflarında çıkan eylemler, karakolda yaşanan olaylar ve öğrencilerin tutumları ayrıntılı bir şekilde ele alınır. Siyaset ve aşkta yaşanan eş zamanlı kırılmalar detaylı bir şekilde anlatılır. Roman mekânı olarak İstanbul’da Şişli, Eminönü, Fatih ve Zeytinburnu detaylı bir şekilde anlatılır.

Romanda en çok duyacağınız cümle “küçük burjuva duyarlılığı” denilebilir.


Romanda edebiyat öğretmenliğinden mezun ancak sahaflık yapan Kenan’ı ve onun yasak aşkına dair kırılmaları anlatır. Kenan kırklı yaşlarında bir adamdır. Karısı Nermin ve Zeynep adında bir kızı ile yaşamaktadır. Kenan’ın en yakın arkadaşı Rasim’in bir gece davetiyle meyhaneye arkadaşlarının yanına gider. Kenan meyhanede İstanbul Üniversitesi felsefe öğrencisi Günsel ile tanışır. Kısa süre sonra da Günsel’e aşktan öte duygular besler.

Artık evini, işini, ailesi ve çevresini gözü görmez. Günsel’e ulaşmak onu hissetmek ve onunla yaşamak istemektedir. Kenan o gece meyhanede âşık oluğu kızı uzun süre bulamaz. Bu uzun arayış Kenan’da büyük beklentilere sebep olur. Hayatındaki değişmez düzenden ve çevresinden bunalan Kenan için Günsel adeta yeni bir kandır. Günsel’le ilgili hayaller kurdukça evinden ve karısından uzaklaşmaya başlar.


Kenan çaresiz arayışı sonunda Günsel’e ulaşınca kendini ona adar. Günsel hayatta hep mücadele etmiş bir kadın olarak bu durumda kendini özel hisseder. Kenan Günsel’in herhangi ufak hareketinden tavrı takınıp ilgi bekler bir duruma gelir. İlişkileri ilerledikçe Kenan Günsel’e karşı öfke kontrolünü dahi kaybeder. Kenan temiz duygularla yola çıktığı aşkına öfke ve sinir krizleri eşlik eder. Günsel’i her an kaybetme ve bir daha kazanamama hissi Kenan’a büyük korkular yaşatır.


Kenan Günsel’e kendini verdikçe evinden eksilir. Karısı Nermin ufak bahanelerle eve çağırıp kocası için savaş verir. Nermin ideallerini bırakıp Kenan ile evlendiği için zaman içinde pişmanlık duyar.
Kenan hayatı boyunca zayıflığını kabul etmeyen birisi olarak karşımıza çıkar. Varoluş ve yok oluş temalarını onun üzerinden görmekteyiz.


Günsel, bir insanı var eden en güzel varlık olarak bizi karşılamaktadır. Kenan’ın yaşama sebebi olur. Günsel pratikte devrimci bir kadındır ve eylemlerde en önde yer alır.
Kitap yayınlandığı dönemde büyük etki uyandırınca “Günsel” ismini yeni doğan kızlara koyulduğu görülmüştür.
Vedat Türkali, romanını beyaz perdeye uyarlamasını istemiştir. Türkali bir-bir buçuk yıl kadar romanın senaryo çalışmalarını yapmıştır. Ancak Türkali’nin ölümü nedeniyle çekilmemiştir.

 


Alıntılar;


“Belki de hiç sevmeyeceksin beni artık. Anlamadın ki beni. Benimki deli sevgisi sana karşı. Erişemiyorum… Hep yitiriyorum seni.” (s. 432)
“Sabırlı olmanın özenti bir seçim değil, bir zorunluluk olduğunu öğrenmişti.” (s. 393)
“En kötülerini bile hiçbir üzüntü duymadan, belki buruk bir tatla düşünmüştü.” (s. 242)
“Aralarından akıp giden binlerce yağmur damlacığı bu boşluğu yabancı her duygudan artıma çabasındaydı sanki” (s. 176)
“İnsanlar niye böyle hep yaslanacak birini arıyorlar?”(s. 167)
“Nerden, nasıl geleceğini bilmeden gelecek dehşetli güzel günlere inanıyordu.” (s. 57)