Farklı Bir Kitap: Shuggie Bain

Kadınların Dayanılmaz İradesi

Shuggie Bain ’i okumak için pek çok sebeb bulunmaktadır. Her şeyden kitap, önce ataerkillik konusunu çarpıcı bir biçimde ele almaktadır. Ataerkilliğin bireysel faili erkeklerce köşeye sıkıştırılan, ayrımcılığa uğrayan kadınların gösterdiği iradeden etkileyici bir dille bahsetmektedir. Ve  bu iradenin erkekler açısından tahammül edilemezliği romanı okumaya başlamak için bir diğer sebeptir.

Shuggie Bain, İskoç Yazar Douglas Stuart’ın çok sevilen 2020 tarihli ve Booker ödüllü romanıdır. Roman, kitaba adını veren karakterin büyüme serüvenini birçok farklı yönden ele almaktadır. Bir kadının şiddet bağımlısı, yargılayıcı, ayrımcı bir topluma; o toplumun korkunç erkekliğine ve erkeklerine karşı verdiği yaşam mücadelesini konu almaktadır.

Romanda Shuggie Bain ’in (Hugh) çocukluğu anlatılmaktadır. Fakat annesi Agnes Bain, belki de Shuggie’den de önemli ve belirleyici karakterdir. Agnes, roman boyunca bir çocuğun (oğlunun, hatta oğullarının) kaygılı gözleriyle izlenmekte, tüm özellikleriyle anlatılmaktadır. Ve sonuç olarak Agnes’i iniş çıkışlarıyla ve güvenilmeyen anne kimliğiyle görmekteyiz. Ayrıca mücadeleciliğiyle, karşı çıkış ve boyun eğişleriyle, karşımızda unutulması zor bir kadın portresi belirmektedir.

Okur, bir yandan-anlatıcının rolü tabiki burada çok büyük- Agnes’i desteklemektedir. Onun iyiliğini, güçlü olmasını dilemektedir. Bir yandan Shugge’nin yaşadığı dönemler yani 1980’ler sonu 1990’lar başı, yoksul ve şiddetli Glasgow kentinde, en büyük şansı olan çocukluğu elinden alınan çocuğa hayıflanmaktadır.

Glasgow ve Shuggie Bain Romanı Üzerindeki Etkisi 

Kitap, hikayenin geçtiği mekanı (Glasgow) ve mekana sirayet eden Geist’i karakterlerin yolculukları üzerinden tarif etmektedir. Dikkate değer bir özelliğe sahiptir. Yoksulluk ve sosyal sorunlar, cinsiyetçilik ve cinsel yönelim gibi etkenlerle bir arada ele alınmaktadır. Ve bu anlamda da değerli bir deneyim sunmaktadır.

Glasgow şehri, erkeklerin hem çocuklar hem kadınların hayatındaki yıkıcı belirleyiciliğini (mesela bir baba üç hayatı yıkabiliyor) gözler önüne sermektedir. Aynı zamanda sınıfsal farklılıkları, mezhep çatışmalarını, faydasız ve ilgisiz bir sosyal devleti de analatmaktadır. Toplumun işsizlik ve aylaklıktan şiddete meyletmesini, maşizmin ve şiddetin hakimiyetini ve normalliğini, farklı olanın hiddet ve nefretle dışlanışını da gözden kaçırmamaktadır.

Yazar Douglas Stuart’ın tarzı hiç ajitasyon yaratmadığı halde, okuyucuda acı, öfke, isyan uyandırmaktadır. Agnes karakterinin alkolizmi ve hayat seçimleri üzerinden aktarılan, kaçınılmaz ve klostrofobik bir erkeklik anlatısından bu duyguları hissedebilmekteyiz. Agnes’in hayatının-gösterdiği mücadeleye karşın-elinden kayışını, erkeklerin uzun vadeye yayılan yıkıcı ve döngüsel failliğini, gariban Shuggie’nin  kaybolan çocukluğunu okumak acı, öfke ve isyan duygularının oluşmasında etkili olmaktadır.

Shuggıe Bain’i ağlamaktan okumak gerçekten zordur. Stuart yıkıcı erkekliği farklı yönleri ele alarak işlemiştir. Kadınların insan olarak görülmediği, erkeklerinse ruhsal veya fiziksel şiddet ile kadınları tükettiği, bir toplumu anlatmaktadır. Satır satır, ince bir tanıklık üzerinden ve duygusal mesafesini koruyarak bizlere aktarmaktadır.

Romanda en çok dikkatimi çeken, ataerkillik öğesidir. Ve onun bireysel faili erkeklerce köşeye sıkıştırılan, ayrımcılığa uğrayan kadınların gösterdiği iradedir. Ve bu iradenin erkekler açısından tahammül edilemezliğidir.

Agnes ve İrade & Erkeklerle Savaşı

Her şeyden önce, Agnes’in alkolle olan inişli çıkışlı ilişkisinin erkeklerle olan inişli çıkışlı ilişkisine benzemesi çok çarpıcı bir örüntüdür. Alkolizm onun için ne kadar yıkıcıysa, etrafındaki erkekler de bir o kadar yıkıcıdır.

Bu ilişkiyi farklı şekillerde görebilmekteyiz. Agnes’in alkolden ve erkeklerden kurtulduğu, hayatını düzene soktuğu farklı dönemlerde hayatına giren iki erkeğin de onu alkole dönmeye teşvik edişi örnek verilebilmektedir. Ayrıca, Agnes’in hem alkolü hem erkekleri büyük bir mücadele ile bıraktığı dönemlerde eski kocasının bira ile gelmesi Agnes’in hayatına devam etme iradesini kırmaktadır. Hugh’un, Agnes’i normal şartlarda görmeye dayanamamasına rağmen iyiye gittiğini duyduğunda Agnes’de oluşan bu iradeden nefret etmesi tabi ki bir rastlantı değildir. Üstelik Agnes’i mahkum ettiği yoksul mahalleye bile gitmektir. Tıpkı Agnes’in erkek arkadaşı Eugene’nin de Agnes’i alkolden uzak durmaya çalıştığı dönemde alkole teşvik etmesi gibi.

Agnes, iradesi etrafındaki erkeklerce sayılmayan, gösterdiği iradeye açık açık ve şiddetle karşı çıkılan bir kadın. Dolayısıyla, erkekler Agnes’e cinsel saldırıda bulunmak için içkiyi bir araç olarak kullanmaktadır. Ve terk edildiği maden bölgesinin işsizlik, yoksulluk ve bağımlı sakinleri de bu durumu normal karşılamaktadır.

Bu koşullarda, eski kocası, erkek arkadaşı ve çevresindeki tüm insanlara karşı en büyük silahı ve cevabı iyileşmesidir. Bunun içki içmemesidir. Yani gösterdiği irade ve bu irade ile kendini tarif edebilmesidir. İşte bu çabası ve gösterdiği irade, hem etrafında ki erkekler hem de içinde yaşadığı toplum için kabul edilemezdir. Ve yok edilmesi gereken bir şey haline dönüşmektedir.

Agnes, belli ki çok dar kalıp ve sınırlar içinde kabul edilebilmektedir. Onu kabul etmemekte ve iradesini ezip geçmektedirler. Ne yazık ki sonuçları çok yıkıcı olmaktadır.

Sonuç olarak, kadının kendi yaşamı için gösterdiği irade tam da bu yüzden erkekler, devletler ve toplumlar için tehlikeli görülemektedir. Ayrıca tahammül ve kontrol edilemez, korkulan, fobik ve yok edilmeye çalışılan bir durumdur.

 

Benzer içerikler için İnstagram ve YouTube adresimizi ziyaret edebilirsiniz.