Marksizm Kavramı ve Tanzimat Döneminden Elli Kuşağına Değin Dış Gerçeklik ve Gerçeküstülük
Marksizm, hayatı yorumlamak ve dünyayı sorgulamak için ortaya çıkmış bir kuramdır. Halkı ve işçiyi ezen, sömüren kapitalist sisteme karşı bir tepkidir. Siyasî, felsefî ve ekonomik açıdan bir bütünlük içerisindedir. İdeolojik açıdan ’’sınıflar savaşımı teorisini’’ ortaya çıkartır. Sınıflar savaşımının sonucu olarak proletarya diktatörlüğüne ve sonuç olarak toplumsal eşitliğin sağlandığı komünizme varılacağını öngörür.
Marksist eleştirinin sınırları; edebiyat içerisinde geçişkenlik gösterir. Bunun sebebi Marksizm’in edebiyata ait bir kuram olmamasıdır. Böylelikle sınırların belirlenmesi hususunda zorluk çıkar. ’’Marksist edebiyat eleştirisinin en büyük zaafı edebiyata özgü bir kuram olmaması zaten.’’ (Armağan, 2019: 1313). Armağan Marksizm’in edebiyata ait bir kuram olmamasını hem zaaf hem de güç olarak görmektedir. Zaaf olmasının sebebini zaten yukarıda belirttik; sınırların belirlenmesinde zorluk oluşturur. Fakat bu sınır belirsizliği aynı zamanda edebiyatta güç sayılabilir mi ve yazara daha geniş bir alan sağlayabilir mi? Armağan Marksist edebiyat eleştirisinin gücünü; sınırsız ve esnek olması sayesinde zaman içerisinde ölmeyip hayatta kalabilmesine bağlamaktadır. Üstelik Türkiye’deki Marksist eleştirmenlerin kendi sınırlarını çizip bu sınırlara bağlı kalabildiklerini de söylemek mümkün değildir.
Marksizm Düşüncesine Sahip Bir Eleştirmenin Eleştirileri
Vedat Günyol’un, Dile Gelseler adlı kitabında yer alan Dış Gerçekten Gerçeküstüne Doğru… yazısına baktığımızda ele aldığı hikâyelerin (gerçeklikle ilgisi bağlamında) konularına odaklanmasıyla aynı zamanda Marksist bir edebiyat eleştirisi yaptığını görmekteyiz. Günyol, yazısının başında altmışlı yıllardaki hikâyeciliğin dış gerçeklikten gerçeküstüne doğru bir yöneliş seyrettiğini söylemektedir. Bunun sebebini de o dönemlerdeki hikâyelerde dış gerçekliğin abartılı bir şekilde verilmeye başlanmasından kaynaklandığını söyler. Bununla beraber Tanzimat Dönemi’nden ilgili yazıyı kaleme aldığı döneme kadarki hikâyeleri tam olarak Marksist edebiyat eleştirisi çerçevesinde inceler. Tanzimat döneminde yazılan hikâyelerin dış gerçeklikle bir ilgisinin olmamasıyla birlikte (bu noktada Karabibik’i Batı gerçekliği ile yazılmasından dolayı ayrı bir yerde tutarak) gerçeküstülükle de ilgisi olmadığını söylemektedir.
Tanzimat Dönemi hikâyelerinde kalıplaşmış konularla ele alındığını belirtir. ’’Çoğu sevda yüzünden yataklara düşen yirmi yaşında verem şehidelerinin sulu göz serüvenleriydi.’’ (Günyol, s.169). Bu hikâyelerde anlatılan şeylerin nedenleri verilmeden ve toplumla bağlantısı bile sezdirilmeden okuyucuya sunulduğunu aktarmaktadır. Ayrıca Tanzimat Dönemi yazarlarının hikâyelerde daha çok güzel yazma kaygısıyla hikâyelerde estetik güzelliği ön plana çıkardıklarını ve konunun geri planda kaldığını vurgulamaktadır. Hatta Türk Edebiyatı’nda bu algıyı, hikâyelerde ilk kez yıkan ismin ise Ömer Seyfettin olduğunu aktarmaktadır. Ömer Seyfettin her ne kadar tam olarak bir dış gerçeklik algılayışına sahip olmasa da Günyol’un deyimiyle ’’edebiyatsız edebiyat yapmayı’’ hikâyelerinde dış güzelliği önemsemeyerek konuya odaklanmayı başarmıştır. Bu saptamalarıyla Günyol’un tipik bir Marksist edebiyat eleştirmeni olduğunu görmekteyiz. Çünkü Marksistlere göre bir edebi eserde önemli olan konudur ve estetik güzelliğin bir önemi yoktur. Eser toplum gerçekliğine değinmeli, toplumun sorunlarını göz ardı etmemelidir.
Türk Hikâyeciliğinde İlk Gerçeklik
Günyol, Türk hikâyeciliğine ilk gerçekliğin Sadri Ertem ile girdiğini aktarır: ’’Sanatı alayla karışık bir propaganda aracı yapan Sadri Ertem’le başlayıp, ilk süredeki romantik duyarlılığına rağmen nesnelliğe varan Sabahattin Ali ile gelişen toplumsal gerçeklere yönelmiş hikâye, bir yandan Sırça Köşk ile kabaca bir politik yergiye dökülürken, bir yandan da röportaja kayıyor’’ (Günyol, s.172). Günyol; topluma değinen bu dış gerçek yönelişinin Sadri Ertem ve Sabahattin Ali gibi kendisini toplumsal kaygılar içerisinde bulan sanatçılar için kaçınılmaz olduğunu düşünmektedir.
Günyol, dış gerçeklikten ilk kaçışın Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Abdullah Efendi’nin Rüyaları adlı hikâyesinde görüldüğünü aktarır. Bu hikâyeyi ’’korkunç fantazmagorik bir serüven’’ olarak tanımlar. Yazar, Tanpınar’ın bu hikâyesinin; bilinçaltının ve hayal dünyasının içerisinde tutunacak bir dış gerçeklik bulamadığını aktarır. Günyol, bir başka dış gerçekten kaçışın Sait Faik’in Kırlangıç Yuvasındaki Kadın adlı hikâyede olduğunu aktarır. Sait Faik’in bu hikâyesiyle dış gerçeği kırıp fantezi dünyasının içerisine girdiğini aktarır.
Dış gerçeklik ve Gerçeküstücülük Çerçevesinde Hikâyeciler
Ferit Edgü’nün ise bu dış gerçeklik ve gerçeküstülük bağlamında ayrı bir yeri vardır. Günyol, Ferit Edgü ile yeni bir eğilimin başladığını özellikle aktarır; ‘’Bir biçim kaygısıyla başlayıp, dış ve iç gerçeği mutlu bir terkipte işleyen Ferit Edgü ile gelişen bu eğilim, Feyyaz Kayacan’la daha atak bir biçime dökülmüş bulunuyor.’’ (Günyol, s.175).
Feyyaz Kayacan’ın Sığınak Hikâyeleri başlığı ile yayımladığı hikâyesiyle Türk Edebiyatı’ndaki sürrealist akımın derli toplu bir şekilde başladığını aktarmaktadır Günyol. Üstelik Feyyaz Kayacan’ın o dönemde yeni denediği sürrealist akım, henüz tam anlamıyla Türk hikâyeciliğine yerleşmemiştir. Ve Günyol bu yepyeni akımın realizmi geride bırakıp bırakmayacağını tam olarak kestirmenin güç olduğunu belirtmektedir. Günyol, aynı dönemde farklı bir akımın da yeni yeni baş gösterdiğini söylemektedir. Bu akım; iç ve dış hayatı (özellikle ahlâk bakımından) aşırı nesnellikle aktarmaktadır. Kısacası Günyol, bu akımı bir bakıma ‘iç dökme’ olarak nitelendirmektedir. Bu akım ile hikâye vermiş ilk ve tek yazarın Özcan Ergüder olduğunu belirtir ve bu akımı kullandığı Maskeli Balo hikâyesinden övgüyle bahseder. Bu nedenle yazarın bu akımı kullandığı Korkunç adlı hikâyesiyle birinci sınıf bir hikâyeci olarak anılmaya hak kazandığını söyler.
Vedat Günyol ve Marksizm
Bu yazısında tam bir Marksist eleştirmen gibi davranır. Gerçekliğin her türlü yansımalarını hikâyelerinde ele alıp hikâyelerini dış gerçeklik ile pekiştiren hikâyecileri başarılı bulur. Fakat Ahmet Hamdi Tanpınar gibi hikâyelerinde gerçekliğin dışına çıkarak hayal dünyasının derinlerine dalan yazarları başarılı bulmaz çünkü Marksistliğin özünde de bu yatar. Yazılan eserlerin ayakları yere basmalıdır, dış gerçekliğe tutunmalıdır. Ayakları havada olup uçan bir eser başarılı sayılamaz. Fakat Günyol’un özellikle son bölümde övdüğü ve birinci sınıf bir hikâyeci olarak gördüğü yazarın (Özcan Ergüder) günümüzde unutulmuş olması dikkat çekicidir. Son olarak bu da bize yıllar içerisinde, hikâyede gerçek dışılık ve gerçeküstülük seyrinin nerelere gittiği ve günümüzde nereye ulaştığı bağlamında farklı bir sorunun kapısını açmaktadır.
KAYNAKÇA
- Armağan, Y. (2019). Edebiyatın Görevi ile Estetik Özerklik Arasında: Fethi Naci’nin Eleştiri Anlayışı. Ankara: Hece Dergisi.
- Günyol, V. (1966). Dile Gelseler. İstanbul: Çan Yayınları.
- Moran, B. (2002). Edebiyat Kuramları ve Eleştiri. İstanbul: İletişim Yayınları.
Cevap bırak