BAĞIMLI KİŞİLİK BOZUKLUĞU
Aile ya da arkadaş ortamında genel de her zaman “fark etmezci” bir tip vardır. Bir yerde yemek yenileceğinde “bana fark etmez” diyen, kararı başka birine bırakan birisi olur çevremizde. Ancak bu “fark etmez” cevabını, doğuştan bu yana taşıyan, her duruma itaat eden, “evet” yanıtı kartını asla elinden düşürmeyen ve adeta birisine yapışmış bir davranış örüntüsüyle karşımıza çıkan bu tiplere psikoloji dünyası “Bağımlı Kişilik Bozukluğu (BKB)” adını vermiştir. Peki, nedir bu Bağımlı kişilik bozukluğu?
Bağımlı Kişilik Bozukluğu (BKB)
BKB’nin tipik profilinde anksiyete, itaatkar davranışlar ve ayrılma anksiyetesi bulunmakta olup DSM- V’e göre Kişilik bozukluklarında C kümesinde yer almaktadır. Toplumda görülme sıklığı %0.5-3 arasında olup, kadınlarda görülme sıklığı erkeklere göre daha fazladır. Bu kişiler herhangi bir karar verirken çok zorluk yaşadıkları için doğal olarak etrafında güçlü bir figür ararlar ve kendi başlarına aldıkları kararı uygulamaya koymazlar. Bununla beraber, kişilerde son derece düşük bir özgüven vardır. Bunun sebebi ise, başarı ve becerilerinde gerekli girişimciliğe atılmamaları ve seçimlerinin sorumluluklarından kaçmaları ne yazık ki kişilerin hem özgüvenini sarsmakta hem de kişinin kendisine dair şüphelerini beslemektedir.
BKB’nin Kökleri
Bireylerin yetiştiği çevrenin kalitesi, ebeveynlerinden aldıkları maddi ve manevi doyumun yeterliliği bu noktada son derece çok önemli. Çünkü Borstein’e göre (1992, 1993, 2011) bağımlılık ile ebeveyn stilleri arasında anlamlı bir ilişki vardır. Yani, aşırı otoriter ve koruyucu ebeveynlik erken dönemde bireylerin bağımlılık şeması geliştirmesine sebebiyet vermektedir. Bununla beraber, Arntz ve arkadaşlarının araştırmasına göre ise (2012) çocuğun bağımsız hareketinin cezalandırılıp, bağımlı hareketinin pekiştirilmesi yani çocuğun edimsel koşullanmayla bu davranışı öğrenmesi hem çocuğun özerklik alanını hem de özgüvenini ciddi anlamda olumsuz etkilemektedir. Ek olarak, erken dönemde çocuğun duygusal istismara maruz kalması da BKB’yi tetiklemektedir.
ÖRNEĞİN
Etrafınızda, elinde kaşıkla, çocuğunun peşinden koşan “Aman aç kalmasın çocuğum” diyen bir anneye rastlamışsınızdır. Veya parkta, elinde “çocuğum terleyip hastalanmasın” diyen, mutlaka yedek çamaşır bulunduran bir anneye… Elbette, anneler bunu yapmasın demiyorum ama çocuklar, sırf bir kaşık yemek için aç kalmayı da öğrenmeli, koşup terledikten sonra üstünü değiştirmezse hastalanacağını bilmeli ve ona göre davranmalı. Yani ona biraz sosyal alan tanıyarak, seçimlerini ve sonuçlarını tanımasına fırsat verilmesi gerekir. Hiç zorluğu tatmamış bir çocuk, dışarıdaki hayata uyum sağlayamaz. Mücadele etmeyi öğrenmediği için ne yazık ki hayatta kalması da mümkün olmayabilir. Bu “adaptasyon” sorununu da kendisinden daha güçlü birine yapışarak, adeta ona itaat ederek telafi eder. Günümüzde, birçok toksik ilişkinin temelinde aslında bağımlı kişilikler, şemalar yatmaktadır. Kız/erkek arkadaşının, davranışı kişiye ne kadar yanlış gelirse gelsin ondan kopamaz. Onun siyam ikizi haline gelir. Çünkü zamanında, birey “ben bu sahneyi hatırlıyorum, yaptığım herhangi bir bağımsız hareket cezasız kalmamıştı” diyerek bulunduğu “kısır” ilişkide kalmaya devam edecektir.
Bağımlı Kişilik Bozukluğu ve Ayrılık Kaygısı
Bağımlı kişiliklerde, ayrılma kaygısı kendisini çok şiddetli bir şekilde kendini gösterir. Örneğin, Amerika’da 1990’lı yıllarda Livesley ve arkadaşları tarafından yürütlen bir çalışmada Bowlby’nin bağlanma kuramındaki “Kaygılı bağlanma” ve Bağımlı kişilik bozukluğu arasında yakın bir ilişki saptanmıştır. Öyle ki, bulgular arasında bireylerin sevgi , ilgi ve şefkatin kendisinde olma ihtiyacı ve fiziksel temasa dair son derece yoğun ihtiyaçları ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, tutundukları dal kırılmasın diye ellerinden gelen her şeyi yapmaya hazırlardır. En ufak bir ayrışmada ise bu ayrılığı protesto ederler. Dış dünyanın gerçekleriyle baş etmeye, ayakta tek başına duran birey olmaya henüz hazır hissetmezler kendilerini. Bu yüzden yanındaki otorite figürüne çok fazla anlam yüklerler.
Kaynakça
Livesley, W. J., Schroeder, M. L., & Jackson, D. N. (1990). Dependent Personality Disorder and Attachment Problems. Journal of Personality Disorders, 4(2), 131–140. doi:10.1521/pedi.1990.4.2.131
Yakın, D. (2014). Bağımlı Kişilik Örüntüsü ve Terapötik İşbirliği: Şema Odaklı Bilişsel Davranışçı Terapi Uygulaması. Ayna Klinik Psikoloji Dergisi, 1(2), 1-13.
Cevap bırak